Read Aloud the Text Content
This audio was created by Woord's Text to Speech service by content creators from all around the world.
Text Content or SSML code:
Kraliçe Ada Üst katta oturan Nebahat Teyze’nin sesi megafondan daha güçlüydü: “Geçiyooorrr! Koşun koşun, kraliçe geçiyor!..” Hemen fırladık balkona. Babam içeride gazete okumasını sürdürüyordu. Arkamızdan, “Koşun koşun, üstüne konfeti atmayı unutmayın!” diye bağırdı. Annem, “Duygusuz adam” diye terslendi. “Sanki kötü bir şey dedik” dedi babam. “Öğretmenimiz derste anlattı. Karlar Kraliçesinin adı Ada’ymış” dedim. “Karlar Kraliçesi değil, Karya Kraliçesi” diye düzeltti annem. Ne yapayım karlar kraliçesi daha güzel geliyor kulağa. Bembeyaz, köpük gibi, kabarık etekli bir kıyafetin içinde, uzun sarı saçlı prenses. Karya’nın ne anlamı var sanki. İşte şimdi tam bizim evin önüne geldi kraliçeyi taşıyan araba. Kraliçe canlı değil tabi. Bu araba ile geçen, mumyası. Müzeye götürüyorlar. Kraliçe, yüzyıllar önce yaşamış aslında. Arkeologlar kazı sırasında buldu iskeletini. Hem de bizim okulun karşısındaki pazar yerinde. Sonra, İngiltere’ye gitti iskelet. Bilim insanları inceleyip ona tıpatıp benzeyen mumyasını yaptılar. Bir haftadır bizim kasaba bu haberle çalkalanıyor. “Bu mu Kraliçe?.. Hiç de genç değil. Anne valla bu babaanneme benziyor. Kısa saçlı, kısa boylu, şişman...” dedim. Annem güldü, “Doğru, kraliçe mraliçe ama pek de güzel değil. Buradan pek belli olmuyor, kesin selülitleri vardır,” dedi. “Hölülüt kötü bişi mi?” diye sordum. Yine güldü. Akşam babaannemlere gittik. Kapıyı açar açmaz, “Babaaanne, Kraliçe Ada’yı gördük. Sana benziyor” dedim. Babaannem nedense sevindi, “Koş içeri, deden uyukluyordu, ona da söyle” dedi. “Dedeee!..” “Ne bağırıyorsun kızım?” diye sıçradı dedem. “Sağır mı var karşında!” “Babaannem dedi.” “Kesin o demiştir. Bayılır beni uyandırmaya. Bir rahat bırakmaz. Söyle şimdi.” “Kraliçe Ada var yaa...” “Eeee, kim o?” “Nasıl bilmezsin? Belediye bağırdı ya megafonla... Karlar Kraliçesi, bugün müzeye götürdüler ya hani...” “Eeee?” “İşte onu gördüm.” “Eeee?..” Dedem böyle eee... eee... der hiç heyecan bırakmazdı insanda. “Eeesi babaanneme benziyor.” “Ee...” dedi yine dedem. “Eeesi bu!” dedim. “N’apiim yani sevineyim mi?” dedi dedem. “Babaannen de müzelik zaten,” dedi ve yine uyukladı. Odadan çıktım, babaannem yakaladı koridorda. “Ne dedi deden?” “Hiiiçç” dedim, “senin müzelik olduğunu söyledi.” Annem yine güldü. Babaannem hiçbir şey demeden doğruca gidip dedemin odasını açtı; “Asıl müzelik sensin! Uyuyan heykel!” deyip kapıyı çarparak kapadı. Sonrada “Oh bee,” dedi. Oradan çıkıp müzeye gidecektik. “Hadi ama geç kalıyoruz,” dedim anneme. “Kraliçeyi ve mücevherlerini bir odada sergileyecekler, oraya gidiyoruz,” dedi annem. “Ay, ben de gelsem. Hayatımda hiç kraliçe görmedim, hem bana benziyormuş,” dedi babaannem. “Tabi, hep beraber gideriz,” dedi annem. Dedeme hoşça kal dedik, babaannem hiçbir şey söylemeden hazırlanıp çıktı. “Zaten seninle evlenende kabahat,” diyordu. Müze girişinde biletlerimizi aldık. “Aman Allah’ım, ne kalabalık!” dedi annem. Sıranın başı gözükmüyordu. Onar kişilik gruplar halinde odaya alıyorlardı. On beş yirmi dakika sonra sıra bize geldi. Nedense ben de heyecanlanmıştım. Kraliçenin mumyası ışıklı bir camekanın içindeydi ve gerçekten canlı gibiydi. Bir süre onu seyrettik. Babaannem, mendilini çıkarıp ağladı. “Çok duygulandım, taaa... kaç yıl önce yaşamış, bak gerçek gibi dikiliyor karşımızda,” dedi. “Bu mumyası babaanne” dedim, “bak iskeleti burada.” Babaannem bakamadı o tarafa. “Korkarım, gece rüyalarıma girer sonra. İstemem çocuğum,” dedi. Annem, takıların durduğu camekâna yanaşmıştı. Kraliçenin kullandığı altın taç, kolyeler, küpeler, yüzükler bütün kadınların ilgisini çekmişti. “Şu yüzüğün aynısını geçenlerde bir kuyumcuda gördüm. Model çalıyorlar hemen. Beş yüz liraydı,” dedi. “Ada Hanım kaça aldıydı acaba?” dedi babaannem. Annemle beraber odadakiler de güldüler. “Ne var canım, sınmak ayıp mı?” Bir yandan da gözlerini siliyordu. Bu kez de “Ada’yı rahmetli anneme benzettim,” diye ağlıyordu. Odaya yayılan bir ses kraliçe hakkında bilgiler veriyordu: “Kraliçe Ada, MÖ 380 yılında kasabamızda doğmuştur. İki bin dört yüz yıl önce kasabamızı yöneten Hekatomnos sülalesindendir. Çocuğu olmamıştır. Büyük İskender’in manevi annesidir...” “Bakın bakın, duydunuz mu?” dedi babaannem. “Valla ben dedim size. Dayımın adı İskender. Bu kadın benim büyük büyük büyük büyük ninem olmasın sakın! Aile fotoğrafları da çıktı mı acaba mezardan, baksak!” dedi. “Ayol ne fotoğrafı anne. Bin yıl önce fotoğraf mı vardı?” diye fısıldadı annem. Babaannem ikna olmamıştı: “Yok yok, biz kesin aynı soydan geliyoruz Ada’yla.” Ada ninem benim. “Bak insan insana kavuşuyor bin yıl bile geçse. Zaten içimden bir ses sizinle buraya gelmemi söylemişti.” Babaannemi müzeden zor çıkardık. Yol boyunca Ada ile benzerlikleri anlatıp durdu. Eve döndüğümüzde dedem açtı kapıyı. “Nerede kaldınız yahu? Acıktım!” dedi. Babaannem hiç oralı olmadı. Dedem, ne oluyor buna, der gibi baktı bize. “Kraliçe Ada, babaannemin ninesi çıktı,” dedim. “Yapma yaaa!” dedi dedem, gülerek. “Ne sandın?” dedi babaannem. “Bu kadar benzerlik tesadüf olamaz. Ama sen ne anlarsın kraldan, kraliçeden?” Dedem gülerek sarıldı babaanneme: “Kraliçem benim, Sıdıka’m! Ne olur bu gece kaçıp saraya gitme. Evde kal. Ispanağı ısıtayım da beraber yiyelim. Gerçi sana layık değil ama...”