Read Aloud the Text Content
This audio was created by Woord's Text to Speech service by content creators from all around the world.
Text Content or SSML code:
Kolesterol Diyetisyen amcanın bize verdiği diyet listesine bakıp da küt! diye yere düşüp bayılmamak imkânsız. Sabah bir dilim ekmek, domates, peynir; öğlen haşlanmış tavuk, sebze. Akşam sebze meyve... Arada da bol bol su ya da süt. Düşünebiliyor musunuz ne bir gofret, ne gazoz ne bir parça çikolata, ne sandviç, ne jöle şeker ne de kek... Gözlerimin önünde uçuşan salçalı makarnalar, erimiş kaşarlı tostlar, buz gibi gazozlar, fırından yeni çıkmış çıtırdayan simitler... Neredeler? Nerede o sevdiğim caaaaaanım sucuklu yumurta? Hele o, hepten yasak. Kolesterolüm tavan yapmışken lafı bile edilmezmiş öyle dedi annem. Evet, yanlış duymadınız. Dedelerin ninelerin hastalığı diye bilinen kolesterol bende de çıktı. Hem de henüz 10 yaşındayım. Doktor amca pek şaşırmadı. Benim yaş grubumdaki çocuklarda sık görülmeye başlamış yüksek kolesterol. Bu arada ablam da obezite sınırındaymış. İkimiz birden diyetteyiz yani. Doktor amca, “Bundan sonra fast fooda, dışarıda atıştırmalara bir süre ara vereceksiniz,” dedi. “İyi de biz dışarıda hiç yemiyoruz ki,” dedim. “Peki neden yükseldi o zaman kandaki yağ değerleri anlatın bakalım.” Anlatmaya başladım; “Offf, of! Tüm bu dertler başımıza geçen kış geldi. (geçen kış on beş tatilde... Annemle babamın, bizi evde bırakıp görevli olarak bir aylığına yurt dışına gittikleri o inanılmaz tatil. Bizi bıraktılar dediysem yalnız değil tabi. Anneannem ve babaannem sırayla her gün bizde kaldılar, onlar dönme dek. İkisi de bize çok düşkündür. Annemlere ‘Siz hiç merak etmeyin, onlara sizden iyi bakarız,’ dediler. Gerçekten de onlar sayesinde bir gün bile ‘hayır, olmaz’ sözü işitmedik. Ne istersek yaptılar ne istediysek yaptık. Çok kar yağdığı bir gün sokaktaki en büyük kardan adamı biz yaptık. Eve döndüğümüzde parmak uçlarımız ve but unlarımız mosmordu. İki gün ateşimiz oldu, sonla yine sokağa... Babaannem üşenmeyip atkı bile ördü onun için. Adını Naci koyduk. Tam beş gün erimeden dayandı Naci. Sonra balkonda yaptığımız kartopu savaşında, karşı penceredeki, cama yapışık gibi sokağı seyreden bebeği hedef aldık. Hedefi tutturduk tabi. Cama ‘paaaaaattt!’ diye yapışan kartopuyla küçük çocuk neye uğradığını şaşırdı. Ağlayarak içeri kaçtı ve hemen annesiyle geri döndü. Kadın camda bizim sırıttığımızı görmüştü. O, avaz avaz bağırırken biz mutfakta masum masum sütümüzü içiyorduk. Marketten otuz beş tane gofret alıp mahalledeki çocuklara dağıttık ve babamların hesabına yazdırdık. Sonra da ‘Şimdi bize çok kızarlar dönünce, hatta döverler. N’apıcaz şimdi?..’ diye ağladık ve babaannem dayanamayıp parayı ödedi. Geceleri yastık savaşları yaptık. Hatta birinde ablamın kaz tüyü yastığı patladı. İşte gerçek kar manzarası ben buna derim. Öyle şahaneydi, uçuşan tüycükler altında sıcacık bir kar örtüsü. Anneannem o günden sonra yastık savaşını yasakladı. ‘Canım çıktı temizleyene kadar,’ dedi. Annem olsa kesin bize temizlettirirdi. Bunu ona söylemedik tabi. Babaannem varken bol bol sokakta oynadık. Çağırsa da izin alıp tekrar çıktık. Tam beş kere yeniden izin almayı başardık. Daha kapıyı açmadan başlıyorduk yalvarmaya: “Ama babişşşşşo... ne kadar tatlısın! Ciciiişş... Herkes sokaktaa... 10 dakikacık daha. Tamam söz. Hemen geliriz.” “Gelmezseniz annenize söylerim dönünce!” diye bağırıyordu arkamızdan. Bu son sözünü tamamlamadan biz fırlıyorduk sokağa. Sonra da ‘Ne on dakikası, yarım saat demiştik ya...’ deyip aklını iyice karıştırıyorduk. Babaannemin anlattığı devanalı, tepegözlü masalları mahalledeki küçük çocuklara anlatıp sonra da ‘Geliyorlaaaaar!’ diye bağırıp kaçıyorduk. Çocuklar neye uğradığını şaşırıp ‘Ay ay ayyy’ diye çil yavrusu gibi dağılıyorlardı. İstediğimiz filmi seyrediyor, gece geç saatlerde yatabiliyorduk. Günler böyle rüya gibi geçip giderken bize hazırlanan sofralar da bir başka rüyaydı tabi. Patates kızartmaları, pilavlar, muhallebiler neler neler... Bir sabah, çizgi filmlerdeki gibi taa benim odaya kadar gelen poğaça kokulan ile uyandım. Mutfağa koştumö ablam çoktan kalkmış, tıkınıyordu. "Vayy bee! Bizim fırın mı yaptı bütün bunları? Annem çalışmadığını söylüyordu,” dedim. Babaannem mis kokulu tombul poğaçaları fırından çıkarıyordu. Valla ben de şaştım,” dedi ablam, koca bir ısırık daha alırken. 'Ahhh ah!” diye iç çekti babaannem. “Zavallı yavrularım benim. O yüzden bir deri bir kemiksiniz.” Babaannem o gün elma şekeri de yaptı. Okulun önünde satılan, annemin alıp yememe izin vermediği elma şekerleri gözümün önünde parıl parıl parlıyordu. “Gerçekten yiyebilir miyim?” diye sorduğumda babaannem gözyaşlarını tutamadı. “Kurban olurum. Al yavrum al. Hepsini sizin için yaptım. Doya doya yiyin. Yavrularım benim.” Ertesi gün kalma sırası anneannemdeydi. Mutfağa girer girmez, “Kim yaptı bu zararlı şeyleri?” dedi. Son kalan elma şekerini görmüştü. “Anneanne nasıl anladın evde yapıldığını?” diye sorduk şaşkınlıkla. “Ondan kolay ne var,” dedi anneannem. “Anlaşılan babaanneniz yine işin kolayına kaçmış.” “Amaaann, bu poğaçalar da kazık gibi. Dişinize yazık ayol. Durun ben size çok besleyici elmalı bonbonlardan yapayım. Afiyetle yiyin.” “Yaşasııın!” diye bağırdık. Anneannemin bonbonlarını keyifle yedik. Anneannem gider gitmez babaannem geldi. “Bakın size ne getirdim. Fıstıklı helva, şimdi yaptım sıcak sıcak yiyin,” dedi. Yumulduk tabi. Üstüne de kahvaltı, hem de börekle. Babaannem giderken dolma yapıp bıraktı. Anneannem eli kolu dolu gelmişti. “Haydi bakalım kısır ve turşu, bulgur faydalıdır,” dedi. Onlar yaptıkça bize de yemek düşüyordu tabi. Ar tık ilk günlerdeki gibi bir tabakla doymuyorduk. İkinci, üçüncü tabağı istiyorduk. “Yanaklarınıza kan geldi,” diyorlardı. Pantolonlarımız biraz daralmıştı, ablamın da okul eteğinin düğmesi kapanmıyordu. Onun dışında bir sorun yoktu. Tabi annemler dönene dek. Bir ay çabucak geçti ve annemle babam döndü. Biz yetirecekleri hediyeleri düşleyip bavullara doğru koştururken bir çığlık koptu: “Aman allahım, ne oldu size böyle!!” dedi annem, kapıyı açar açmaz. “Biz de sizi özledik!..” diye boyunlarına sarıldık ama nal ile. Annem bir türlü kendine g elemiyordu. "Ne oldu size böyle, ne oldu, söyleyin...” deyip duruyordu. "Canım ne var biraz kilo aldılar,” dedi babaannem. "Biraz mı! Çocuklar fıçıya dönmüş!” diye bağırıverdi annem. Biz ağlamaya başladık. Anneannemle babaannem toparlanıp hiçbir şey söylemeden gittiler. İşte böyle... Yoksa o güne kadar ben de, ablam da gayet normal kiloda, hatta zayıf sayılabilecek çocuklardık. Öyle kek, pasta poğaça pek evimize girmediği, annem de yapmadığı için bilmezdik. Onların yerine meyve, kuruyemiş falan yerdik." Doktor amca gülümsedi, “Ceza olarak anneannenle. Babaannene de diyet veriyorum. Sizi bir ay görmeme diyeti dedi. Eve dönünce tatil anılarımızla ilgili bir şiir yazdım: "On beş tatil olunca, sırayla geldi her gün, Anneannemle Babaannem bize. Ve sormayın neler oldu tatil bittiğinde. Babaannem elma şekeri yaptı ablamla bana. Önce elmaları yıkadı sonra çubuklara batırdı. erimiş şekere yatırdı. Soğuyunca yedik, eline sağlık nefis dedik. Anneannem bonbon şeker yaptı. Elmaları rendeledi, bisküviyi ufaladı, kakaoyu ekledi. Hepsini karıştırıp, top gibi yuvarladı. Afiyetle yedik. Babaannem helva yaptı. Anneannem tost. Babaannem vişneli pasta, anneannem kurabiye, babaannem çiğbörek, anneannem kısır, babaannem gözleme, anneannem mantı. Yaptı da yaptı. Bir yarıştır başladı. Ben oldum kırk kilo, ablam kırk beş. Bende çıktı kolesterol, ablamınki tansiyon. Anneannem inanmadı, şaka yaptık sandı, babaannem de gülüp geçti. Olmaz bir şeycik dedi. Tam bir aydır diyette, sebze yiyoruz sadece, ah anneanne, ah babaanne yaktınız bizi otuz günde "