Read Aloud the Text Content
This audio was created by Woord's Text to Speech service by content creators from all around the world.
Text Content or SSML code:
Atasözü Sevgisi Geçenlerde, otobüste yaşlıca bir amcanın yanına oturdum. Kasketli, şık giyimli, bastonlu, sevimli bir amcaydı. Beni gördüğüne sevindi. “Merhaba evladım okuldan mı çıktın?” “Evet.” “Nereye yolculuk?” Şaşırdım, sanki seyahat otobüsüne binmişim gibi, saçma soruydu. “Eve,” dedim. “Nerede ineceksin?” “Yukarı Ayrancı...” “İyi iyi, pek güzel. Bana göre yakında oturuyorsun, benim evim çok uzak. Eskiden buralarda oturuyorduk ya, taşındık şimdi. Çok uzak oldu. Çayyolu’nu biliyor musun, işte oraya taşındık. Yeni sitelerden biri; sessiz, güzel, yeşillik falan, ama benim gönlüm yine de buralardan yana. Ne demişler, ‘Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de vatanım’ demiş. Kaçıncı sınıftasın bakalım?” “Üç...” “Üç kolaydır. Dörde gelince zorlaşır. Eskiden müfredat böyle değildi, daha kolaydı dersler ya. Şimdi zorlaştı. Ben emekli tarih öğretmeniyim. İstanbul’un fethini bilmeyeni sınıf geçirmem. Öğrencinin çalışkanını da gözünden tanırım. Ne demişler, ‘Cins horoz yumurtadayken öter.’ Bir çocuk ilkokulda başarılıysa, öyle gider sonuna kadar. Sen söyle bakalım, kaçtı İstanbul’un fethi?” “Bilmem,” dedim. “Bilmemen normal. Üçte öğretilmez, ama merakın varsa kitapları karıştırırsın. Benim büyük oğlum ansiklopedi okurdu, şimdi mühendis oldu Amerika’da Makine mühendisi Ama tarihe de çok meraklıdır haa! Benim gibi... Ne demişler: ‘Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur. Kocaman bir evleri var, geçen gaz gittiydik hanımla. Bahçesi de var büyük. Krediyle aldılar ama ödüyorlar. Ne demiş atalarımız: ‘Borç yiğidin kamçısıdır.’ Çalışsınlar ödesinler di mi ama? Oğlumun maaşı iyi zaten. Gelin de mimar, o da iş arıyor. “Hımm...” “Tabi senin böyle dertlerin yok daha küçük bey. Bunlar tatlı zamanlar, tadını çıkar. Ne demiş atalarımız: ‘Ekmek elden su gölden.’ Büyüyüp sorumluluklar başlayınca insan anlıyor Hanyayı Konyayı. Konya’yı bilirsin. Peki Hanya nerede söyle bakalım? “Ne biliiim,” dedim yine. Böyle kısa cevaplar verirsem konuşmak istemediğimi anlar diye düşünüyordum. Ama ne mümkün. Yine başladı anlatmağa: “Girit adasında bir şehir Hanya. Bu değimimiz oradan geliyor. Bulmaca çözdüğümden beri bizim atasözlerine merak sardım. ‘Gerçi kediyi öldüren merak’ derler ama...ha ha... Napiim zaman geçmiyor evde. Eskisi gibi televizyona da bakmıyorum. Sinirlerim bozuluyor. Hep aynı haberler; savaşlar, kavgalar, zamlar... Tansiyonum çıkıyor, kapatıveriyorum. Melahat Teyze’n kızıyor o zaman da. Onun yarışmaları var, tablo iyiyse sevinir, kötüyse dua eder mavi açılsın diye. Ben de mutfağa gider çay demlerim. Bir de kurabiye yaparım yanına. Beş dakikada. Kolay bir tarifim var, üzüm varsa üzüm de koyuyorsun içine. Kabartma tozu yok.” Uyuklamağa başlamıştım. Sıcaktı, terliyordum ve bu amca yüzünden bayılmak üzereydim. Karşıda oturanlar da gülümseyerek bize bakıyorlardı. “Uff... Amca çok sıcak oldu, camı açalım,” dedim. “Açayım evladım da... Üşütürsen diyorum. Bak geçenlerde benim belim tutuldu, bir hafta kalkamadım yataktan. Bir tarihte İtalya’da görevliyken de bel fıtığı derdi çıkımıştı başıma. İtalyan doktorlar bu konuda çok başarılı. Bugün ameliyat yarın deniz dediler, ama yok güvenemedim. Neyse İtalya’dan dönüşte burada Ekrem Bey ameliyat etti beni. Onun da gözleri çok az görüyordu, ona rağmen büyük başarıyla geçti ameliyat. Ne demişlere: Körler memleketinde şaşılar padişah olur.’ ’ Ekrem Badibay. Aklında olsun, ihtiyacınız olursa..” Ayy, bayılmak üzereydim. Çantamdan çıkardığım fıstıkları yemeye başladım. “Ne yiyorsun evladım?” “Fıstık.” “Şimdi yemesen çocuğum. Bak eve gidiyorsun, annecin ne güzel yemekler yapmıştır. İştahını kapatma, bu kez yemek yiyemezsin. Yesen de ağırlık yapar fıstıkla beraber. Hazmı zordur fıstığın. Ne demiş atalarımız: ‘Çok arpa atı çatlatır.’ Tam karşıda oturan teyze de gülümsemeyi bırakmış, ters ters bize bakıyordu. Elindeki yelpazeyi ‘yeter yeter’ der gibi savuruyordu. “Arpa demişken,” dedi yaşlı amca, “ne kadar faydalı, biliyorsun. Bol bol yemek gerek. Geçenlerde bir sabah programında açıkladılar. Arpanın detoks etkisi var. Hücreleri yeniliyor, sağlık için çok önemli. ‘Atın ölümü arpadan olsun’ diye boşuna dememişler demek. Ama biz milletçe sağlığımıza önem vermeyiz. Bak İtalyanlar öyle değil. Her gün yüzerler, hem de stilli yüzerler.” “İyi...” dedim. “İyi tabi ya. Stil bilir misin? Çoğu insan stilli yüzüyorum sanır, ama aslında tekniği bilmez. Bak mesela, serbest stilde yüzüyorum der, ama kafasını sudan çıkarır. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Serbest stilde kafa sudan yıkmaz. Hafifçe ağzını çıkarırsın kolunun altından. Bizimkiler iki kere seyrettiler mi, bunu bende yaparım, derler. Ne demiş atalarımız: ‘Bakmakla usta olunsa kediler kasap olurdu.’ Eskiden gençlerimiz yüzme sporuna daha bir düşkündü. İstanbul’da boğaz müsabakaları yapılırdı. Şimdi öyle değil. Varsa yoksa futbol. Sadece bizde değil, tüm dünyada böyle bu iş.” Öffl.. Daha iki durak vardı eve, ama ben dayanamayacaktım. Fıstık da bitmişti. Karşıdaki teyze yelpazenin kenarındaki dantelleri ısırıyordu. Onun yanındaki, sürekli öfff pöff yaparak dışarı bakıyordu. Dayanamayıp I alkımı. "Nereye gidiyorsun yavrum, Ayrancı’ya daha iki durak var,” dedi amca. "Olsun, ben biraz yürüyeceğim.” "İyi, güle güle. Yolcu yolunda gerek.” Otobüsten indim, kendi kendime söylenmeye başladım: "Cambaz ipte balık dipte gerek. Aç ayı oynamaz. Ağacı kurt insanı dert yer. Fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış. Sen ağa ben ağa bu ineği kim sağa...” OHHHH BEE! Söyledikçe rahatladım kendime geldim. İyi ki babaannemden duymuştum bunları. "El elden üstündür. Beş kardeşin beşi bir değildir.” Ohhh beee! Yoldakiler dönüp bana bakıyorlardı.