Download Free Audio of Ayağa kalktı, havsalasına sığmayan bu haber-... - Woord

Read Aloud the Text Content

This audio was created by Woord's Text to Speech service by content creators from all around the world.


Text Content or SSML code:

Ayağa kalktı, havsalasına sığmayan bu haber-i saadeti güya hazmetmek isteyerek geniş geniş nefeslerle odada gezdi; hırkasını omuzlarında doğrulttu, arakiyesini düzeltti, minderin kenarından takvimini alarak yaprakları çevirdi, karısının karşısına geldi, “Bugün Cemaziyülevvelin sekizi.” dedi. “Demek oluyor ki…” zihnen hesap ediyordu: -Ah! Karıcığım, ne kadar uzun! Şimdi nasıl bekleyeceğiz? O günden itibaren karı kocanın hayat-ı tenhaisinde mesut bir sermaye-i iştigal husule gelmişti. Evvela isminden başladılar, ismini düşünürken cinsini merak ettiler. Babası erkek, annesi kız taraftarıydı, nihayet öyle bir isim bulmaya karar verdiler ki iki cinsiyete de tevafuk etsin, “İsmet” demekte ittifak hâsıl oldu, babası bu ismin suret-i tasavvutunu anlamak, kendisini alıştırmak için evin içinde bağırıyor: “İsmet! İsmet ne yapıyorsun? İsmet merdivenlerden yuvarlanırsın!” diyordu. İsmine karar verdikten sonra şeklini düşündüler. Babası “Mutlaka bana benzeyecek!” der, annesi kocasına karşı o kadarcık bir müsaadeyi çok görmemekle beraber kalben kendisine benzeyeceğine hükmederdi. Bir aralık nasıl terbiye edeceklerini düşündüler, erkek olursa asker edeceklerdi, evet, mini mini bir zabit ! Babası diyordu ki: -Hem görürsün erkek olacak. Şimdiye kadar ümidimde aldanmadığım gibi bu zannım da yanılmış çıkmayacak. Karısı aşeriyor, başı dönüyor, midesi bulanıyordu, o bunlara memnun olmakla beraber zahmet çektiğine de üzülüyordu. Karısı: -Benimki gayet hafif geçiyor, başkalarında bundan daha fena olur, diyordu. Bir gün: -Karıcığım, bizde hiç hazırlık yok, sonra ne yaparız? dedi. O vakit İsmet’in eşyasını hazırlamaya başladılar. Zıbınlar, donlar, bezler, pamuklular, sargılar yapılmaya başlandı; Abaniden bir kundak alındı. Salıncak için dört arşın yelken bezi tedarik edildi, lohusalık için gelinin telli yorgan bir daha nazar-ı muayeneden geçirildi. Bu gürültü de geçti, büyük yeni bir çamaşır sepetinin içine İsmet’in eşyası yerleştirildi, yüklüğün içine konuldu, artık beklemek lazım geliyordu. O zaman takvimi eline alır, hesap ederdi. Karısı artık yükünü rahatça taşıyamayarak yorgun nefeslerle soluyordu, evet soluyordu, burası muhakkak ama… Şimdi alnında bir hatt-ı endişe belirmeye başlamıştı. Bir müddet hâsıl olan şüpheye karşı kendi kendisine adeta cenk etti, o şüpheyi iskat etmek için İsmet’in lakırdısıyla her vakitten ziyade meşgul oldu, fakat şüphe gittikçe kuvvet kesbediyor , bazen gözlerini takviminden ayırarak karısının karnına gizlice bakıyordu. Bir gün sabredemedi, “Lakin karıcığım!” dedi, fakat şimdi cümlelereinin sonunu getirmemek onda başlamıştı, karısının suallerini iskat için “Hiç! Hiç!” dedi. Nihayet birden bire cesaret etti: -Bir kere muayene ettirsen… Mutaalasını serdetti . Karısı ağlıyor, kocasının bu şüphesinden bizar oluyordu. Muayeneden vazgeçtiler, fakat o hal merak etmeğe muhtaçtı, yine bir tabibe gizlice müraacaata karar verdi. O anlattıkça tabib gülüyor, başını sallıyordu. Nihayet tamamen dinledikten sonra mütalaasını izaha başladı. Ona kalırsa bu bir vehm-i mahzdan ibaret olarak: “Aşermek, baş dönme, mide bulanmak, hatta karnı ihtimal biraz şişmek hep o vehmin tesiratı olsa gerektir” diyordu, yahut daha kuvvetli bir ihtimal: -Refikanızın sini ne kadar demiştiniz, efendim? diye soruyor, sonra: Kırk, hatta belki kırkını geçmiş evet, evet.. diyerek daha kuvvetli bulduğu ihtimali izah ediyordu. O zaman tabib vehmin tesiratından bahederek uzun bir nutuk-ı fenniye başladı, bir kızın kolunda bir çıban tevehhüm ederek nihayet hakikaten orada bir çıban peyda olduğunu bir mecmua-i hatırat-ı tıbbiyeden naklen rivayet etti, bir hastanenin defter-i mazbutatından bu vakaya temasil bir hatırayı misal olarak gösterdi, hatta çocuk doğurduğu vehmiyle sütü gelen kadınlardan dem vurdu. Tabibin yanından çıktıktan sonra canı ağlamak istiyor, artık ümit-i tahakkukuna tamamen veda etmek lazım gelen şu emel-i meyusun matemiyle kalbi kıvrılıyordu. O günden itibaren yalnızlığın, evlatsızlığın bütün dehşet perdesi bu karı kocanın üzerine her vakitten ziyade bir şiddetle çöktü. Artık ikisi de çocuk lakırdısından tamamen vazgeçtiler. Yalnız o, adet etmişti, akşam eve gelince cumbaya oturur, pencerenin kafesini açar, köşedeki mektepten çocukların çantalarını sallayarak, sefer taslarını savurarak sabahtan beri tazyik edilen gevezelik meyelanlarına bir cereyen-ı serbest verdiklerini dinler; bunların içinde tahayyül ettiği çehreyi, o yirmi seneden beri beklediği çocuğun hayalini görmeye çalışarak tütününü üfürür, kahvesini içerdi. Bir gün sabahleyin karı koca yatak odalarından inerek mangalın kenarında otururken bir şey “Cırt!” etti, başlarını çevirerek gürültünün geldiği tarafa baktılar, gürültü yüklüğün kapısından geliyordu, o zaman bu kapının aralığında iki parlak gözün muhteriz nigahıyla kendilerine baktığını gördüler. Karısı “A! Kedi girmiş?” diye davrandı, o iki parlak göz geri çekildi, yükün kapısı yine kapandı. İkisi birden kalktılar, yüklüğe gittiler, kapının bir kanadını açtılar, o vakit gördükleri şeyin karşısında ne hüküm vermek lazım geleceğinde tereddüt ederek döndüler. İsmet için hazırlanıp yüklüğe konulan ve o zamandan beri orada ihmal edilerek bırakılan çamaşır sepetinin içinde korkulu gözleriyle bakan bir kediyle altında zi-hayat siyah bir küme kaynaşıyordu. Oraya çömeldiler, kediyi okşayarak tatmin ettiler, yavaş yavaş altına baktılar. Karısı: -Üç tane… diyordu. Kocası: -Üç tane çok! Bir tanesini alıkoruz. Dedi, sonra gülerek karısının yüzüne baktı: -İstersen adı da İsmet olsun.